Türk olmak kolaydır. Zira Türk bir anne babadan doğmakla bu unvanı kolayca elde edebilirsiniz. Fakat Türk olma vasıflarını elde etmek kolay değildir! Dört haftadır bu vasıflara bir nebze de olsa değinmeye çalışıyorum. Bu vasıf aynı zamanda Müslüman olmanın gereğidir. Müslüman Türk olmanın tezahürüdür. Geçen hafta da belirttiğimiz üzere başına Çerkes, Kürt, Laz, Boşnak, Arnavut, Arap ne yazarsanız yazın değişmeyecek bir vasıfla hareket etmektir. Irkı farklı olsa da İslam kimliği hepsini Mostar Köprüsü’nün zamkı gibi bir arada tutmalıdır. Türk olmak; aynı zamanda bütün bu Müslüman unsurları bir arada tutabilme ustalığıdır.
Türk olmak; Padişahtan idam fermanı geldiğinde gücünü, kudretini düşünmeyip Merzifonlu Kara Mustafa Paşa gibi teslim olmaktır. Paşa, Viyana bozgunu sonrası Belgrad’a geri çekildiğinde emrinde yüz bin kişilik bir birliğe sahipti. Padişah tarafından gönderilen çavuş başına sordu:
-Bize siyaset (idam) var mı?
-“Evet” sözü üzerine, seccadesini serdirip öğle namazını kıldı. Dua ettikten sonra yanında bulunan görevlilere;
-“Siz artık çıkın, beni duadan unutmayın” diyerek adamlarını gönderdi. Yerdeki halıyı kaldırtıp kirlenmesin dedikten sonra boynunu kütüğe uzatırken;
-“Bir güzelce kesiver evlâdım” demişti. Yanındaki büyük askerî gücü, canını kurtarmak kaygısı ile bir isyan vesilesi olarak kullanmayı hatırına dahi getirmemişti.
Türk olmak; Mimar Sinan gibi, “Padişahın kullarıyız! Nerede emrederlerse orada hizmet ederiz” diyebilmektir. Sadrazam Lütfi Paşa bir köprü başına kule inşa ettirmek istediğinde Mimar Sinan karşı çıkmıştı. Paşa da bu durumu onun korkusuna hamletmişti. İşte bu sitem üzerine Mimar Sinan:
Padişahın kadimi çakeriyiz
Kal’a hıfzetmenin dahi eriyiz
Eskiden kuluyuz, yeniçeriyiz
Yanan od’a girer semenderiyiz.
Diyerek tam bir bağlılık ve sadakat tavrını ortaya koymuştu.
Türk olmak; her türlü zorluklar karşısında, XVII. yüzyılda Tımışvarlı Gazi Âşık Hasan adlı asker ve derviş şairin türküsünde geçtiği gibi yılmadan var olma mücadelesini sürdürmektir.
Gaziler başına takıp çelengi
Kırardı Nemçe’yi, Macar Frengi
Neylesin kulların edemez cengi
Hâl ü hatırları sorulmayınca
Türk olmak; bir hizmet mukabilinde mevki ve mansıba layık görüldüğünde Tiryaki Hasan Paşa gibi tavır ve asalete sahip olmaktır.
Bu değerli Osmanlı-Türk kumandanı muazzam Kanije savunması sebebiyle Sultan III. Mehmed’den şu mektubu almıştı:
“Berhudar olasın. Sana vezaret verdim ve seninle mahsur olan asker kullarım ki, manen oğullarımdır. Cümlenizi Hak teâlâ hazretlerine ısmarladım.”
Padişahın fermanını okuyan Hasan Paşa ağlamış, sebebini soranlara ise şöyle demişti:
“Kanije müdafaası gibi küçük hizmetlere de vezirlik verilmeye, padişah mektubu yazılmaya başlandı. Bizim gençliğimizde öyle küçük hizmetlere vezirlik verilmez, padişah mektubu yazılmazdı. Biz ne idik, neye kaldık diye ağlıyorum…”
Bire sorun Nemçelü’ye Lehlü’ye!
Türk olmak; 16 yaşındaki Padişah, Sultan I. Ahmed Han’ın huzurunda 90’lık Kuyucu Murad Paşa’nın kanuna bağlılığına ve asil tavrına uygun hareket etmektir.
Üç yıllık bir mücadele ile Celâli zorbalarını sindiren Kuyucu Murad Paşa’nın 400 Celali bayrağıyla İstanbul’a girişi büyük bir sevince yol açmıştı. Genç Padişah I. Ahmed Han huzuruna çıkan ihtiyar sadrazama “Baba Lala! Buyur otur” dediğinde; Paşa yer öpüp, “De’b (kanun) değildir Sultanım. Kul haddini ve vazifesini bilir” diyerek ayakta beklemişti. Padişah kendisini güçlükle oturttuktan sonra; “Lala! Senden bir ricam var” deyince Kuyucu “Estağfirullah! Padişahların kullarından ricaları olmaz, emriniz Sultanım” diyerek boyun bükmüştü.
Türk olmak; aynı zamanda bir Nakşibendî şeyhi olan İmam Şâmil’in vasıflarında ve şuurunda olmaktır.
Kendisine haber gönderen Rus Çarı, şayet Kafkasya’daki Müslümanları tek bayrak altında toplama sevdasından vazgeçerse, kendisine en büyük makamların, rütbelerin verileceğini, başına krallık tacı giydirileceğini, Çarlık hazinelerinin ayakları altına serileceğini bildirerek Şâmil’i sarayına davet etmişti. Bunun üzerine Şeyh Şâmil’den şu cevabı almıştı:
“Ben, Kafkas Müslümanlarının hürriyetlerine kavuşması için silaha sarılan gazilerin en aşağısı Şâmil, Allahü teâlânın himayesini, Çar’ın efendiliğine feda etmemeye yemin eden, özü sözü doğru bir Müslümanım. Çar’la görüşmek üzere, beni hâlâ Tiflis’e çağırıp duruyorsunuz. Davete icabet etmeyeceğimi bildiriyorum. Bu yüzden fâni vücudumun parça parça kıyılacağını ve hayatımı verdiğim şu vatan topraklarında taş üstünde taş bırakılmayacağını bilsem, kararımı asla değiştirmeyeceğim. Savaşacağım… Cevabım bundan ibarettir. Nikola’ya ve kölelere malum ola…”
Türk olmak; Gürcistan ve Dağıstan’da zor şartlar altında bunalan askerlerine teselli edici ve cesaret verici sözler sarf eden ünlü mücahit Özdemiroğlu Osman Paşa’ya hep bir ağızdan:
“Üç dört aya kadar senden ne ulûfe isteriz ne de bir damla zahire için laf ederiz. Padişah ve senin uğruna her ne olursa olsun katlanırız. Birer başımız var. Din-i Mübîn yolunda onu da fedâ ederiz” diyen serdengeçtiler gibi olmaktır.
Türk olmak; Makedonya’daki Kaçanik’te 15 bin kişilik seçme Avusturya askeri ile karşılaşan Selim Giray’ın yanında beş bin kişilik cüzi bir kuvvetiyle gösterdiği metanet ve cesarete haiz olmaktır… Nitekim yanındakiler böylesine tehlikeli bir vaziyet karşısında geri dönülmesini teklif ettiklerinde o;
“Boğdan, Eflak ve Niğbolu dağlarını aşıp geldik. Bu düşmanı bertaraf etmeden gidersek artık düşman karşısında nam ve şanımız kalmaz. Her ne olursa olsun akşama kadar ya düşmanı toprağa gömeriz veya cümlemiz kırılıp kıyamete dek bir nam koyup gideriz. Kalpten endişeyi terk edelim. Gönül birliği ile düşmanları ezelim. Cenâb-ı Hak muinimiz olsun” diyerek reddetmiş ve parlak bir zafere imza atmıştı.
Türk olmak; Banyaluka’yı kuşatan seksen bin kişilik Avusturya ordusuna kırk bin kişi ile baskın gerçekleştiren Hekimoğlu Ali Paşa’nın emrindeki birlikler gibi mazinin zaferleri ile coşmaktır. Bu birlikler düşmanın altmış bin kişisini imha ederken şu zafer mısralarını söylüyorlardı:
Küffâr sanır hüccet almış Eğri’ye
Hâli benzer nefes çekmiş bengiye
Ne de çabuk unuttular Mohaç’ı
Sigetvar’ı Temeşvar’ı Uyvar’ı
Bire sorun Nemçelü’ye Lehlü’ye
Türk olmak; İnebahtı’da Osmanlı donanmasının mahvolmasından sonra İstanbul’a gelen Venedik elçisinin divana, mağrur ve gururlu bir şekilde huzuruna çıkması karşısında Sokullu Mehmed Paşa’nın rakibinin kibrini ezici ve mahvedici tavrını göstermek, düşman karşısında zebun kalmamaktır. Nitekim Sokullu Mehmed Paşa elçinin mağrur tutumu karşısında kendisine söz hakkı dahi vermeden şöyle konuşmuş ve kapıyı göstermişti:
“Sen bizim son hadiseden sonra cesaretimizin ne olduğunu yoklamaya geliyorsun. Sizin kaybınızla bizimki arasında dağlar kadar fark var. Biz sizden Kıbrıs’ı alarak kolunuzu kestik. Siz donanmamızı mağlup etmekle sakalımızı tıraş ettiniz. Kesilen kol yerine gelmez fakat tıraş edilen sakal daha gür çıkar!..”
Türk olmak; Suzi Çelebi gibi, gücü ve kudreti çoklukta değil değerlerine sahip birlik ve beraberlik içindeki topluluğa sahip olmakta görmektir. İşte onun tarihe geçen müthiş tespiti:
“Bu Türk azdur deyü etme bahane/Od’un bir şu’lesi besdür cihane…” (Sakın azlığız diye bahane etmeyin. Kalbinize korku ve endişe gelmesin. Ateşin bir kıvılcımı cihanı yakar!)
Bütün bu ifadeler, tavır ve duruşlar ve daha niceleri din ve devlette yok olmanın, kendini, adı ne olursa olsun Türk devleti ideallerine adamanın ve erişilmez bir şuura sahip bulunmanın en parlak numuneleri değil midir?
TEFEKKÜR
Hakk’ın yoluna âşinâdır Türk
Kulluğunu unutan Türk’ten ürk!
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
04.01.2021
Türkiye Gazetesi
https://www.turkiyegazetesi.com.tr/kose-yazilari/prof-dr-ahmet-simsirgil/turk-olmak-4-616921