17 Kasım 1922, Osmanlı İmparatorluğu’nun son padişahı Sultan Vahideddin’in bir İngiliz savaş gemisi (Malaya) ile Türkiye’den ayrılmasının yüzüncü yıl dönümü idi. Bu hadise sebebiyle son Osmanlı padişahı uzun yıllar tarihlerimize “vatanı satan hain padişah” olarak lanse edildi. Bu konuda zaman zaman farklı fikirler ortaya konmuş olsa da resmî tarihin tezahürü olarak vatanı sattı ve kaçtı bakışı ve değerlendirmesi hiç değişmedi.
Murat Bardakçı Bey, hadisenin yüzüncü yıl dönümünde Vahideddin Han ile ilgili yüz yıldır gizlenen önemli bir belge yayımladı.Belge tarihe yeni bir ışık tutacak nitelikteydi.
Aslında Murat Bardakçı 1998 yılında kaleme aldığı Şahbaba kitabı ile Vahideddin Han’a bambaşka bir zaviyeden bakma yolunu da açmıştı.
Belge ve hatıralarla desteklenen eser Vahideddin Han’ın yıllardır tekrarlanagelen “vatanı satan hain” tezinin bir anlamda tamamen hayal mahsulü olduğunu ortaya koymuştu. Mustafa Kemal’in padişah tarafından görevlendirildiğini ve İngilizlerden vize alarak yanında onlarca Osmanlı subayı da olduğu hâlde Samsun’a geçtiğini böylece Anadolu’ya planlı ve programlı bir yolculuk yaptığını açıklamıştı.
Hatta Murat Bardakçı Bey’in bu kitabı 28 Şubat dönemine denk geldiği için epeyce de sansürlenmiş ve belki de hak ettiği ilgiyi bulamamıştı. Yine o dönemde büyük bir gazetede yayımlanacağı bildirildiği hâlde muhtemelen baskılar nedeniyle vazgeçilmişti.
O tarihten sonra Vahideddin Han bu defa İngiliz gemisine binip kaçmasıyla gündeme gelmeye başladı. Bu ifade yine ihanet ve vatanı bırakıp kaçtı söylemlerine kapı aralıyordu.
Gerçekten de Murat Bardakçı’nın tarihe ışık tutma adına belge ile konuştuğu objektif bir biçimde değerlendirdiği şu meseleyi üniversitelerimiz tarihçilerinde dahi neredeyse görmek mümkün olmamaktadır.
Geçtiğimiz eylül ayında Türk Tarih Kurumu eski başkanlarından Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu, YouTube’da konu ile ilgili bir video çekmişti. Orada hükmü okuyucu verecek diyerek Vahideddin Han’ın son dönemlerini anlatmıştı.
Ancak Yusuf Bey tek taraflı değerlendirdiği hadiselerin akışı sonunda hızını alamayarak Vahideddin Han’a her tür hakareti yapıştırmış ve tam bir hain diyerek de yaftalamıştı. Aslında Yusuf Bey’in anlatımını dinleyen her kişi de kesinlikle aynı hükmü verirdi.
Yusuf Bey’in hem bu tavrı hem de videosunu dinleyenlere dahi hükmü bırakmadan en galiz ve ağır ifadelerle padişaha saldırması aslında ilim adamı bakışını ve objektif değerlendirmeyi rafa kaldırdığını gösteriyordu. Onun, “padişah kaçmasa bence kahraman olurdu” tezini ise Sayın Bardakçı’nın belgesi çöpe atmaktadır…
Çarpık mukayese!
Aynı şaşı bakışı yine son dönemin önemli tarihçilerinden Prof. Dr. Kemal Beydilli’de de görmekteyiz.
Uzun yıllar İstanbul Üniversitesinde ve şimdi de Diyanet’e bağlı 29 Mayıs Üniversitesi’nde görev yapan Beydilli’nin, makalelerinin bir araya getirildiği son eseri, “Osmanlı’da Devletlerarası İlişkiler” kitabında, Vahideddin Han ile ilgili yazdığı ifadeler gerçekten manidardır. Padişahı haysiyetsiz diye niteleyen Beydilli sanki hiçbir zorlama olmadığı hâlde İngilizlere sığındığını mutlakmış gibi naklederek şöyle demektedir:
“Vahideddin 1922’de yeni bir kaymakam tayin etmemekle Ankara hükûmetinin kararına boyun eğmiş oldu. Altı yüz senelik bir devletin hükümdarı olduğu haysiyetinden uzak ve şahsi kaygılara düşmüş olarak, sonunda İstanbul’dan ayrılmaya karar verdi ve İngiltere’ye sığındı. Bu kararın durumun vahameti ve birtakım tehdit ve ilkaat sebebiyle fevri bir şekilde alınmadığı artık sabittir.” (s.96)
Beydilli’nin Vahideddin Han’ın ülkeyi terk etmesini son Bizans imparatorunun tavrı ile kıyaslaması ise tarih metoduna tamamen ters olup bir bakıma padişaha gözü kapalı bir şekilde saldırdığının belgesi gibidir. O bu mukayeseyi şöyle yapmaktadır:
“Vahideddin 17 Kasım 1922 tarihinde Cuma Selamlığında kendisini bekleyen arayan herkesi şaşkınlığa sevk etmiş olarak sabahın köründe Malaya zırhlısına alınarak İstanbul’u terk etmiştir. Bu durumda son padişahın, Türk muhasarasının en kritik aşamasında, yani şehrin düşmesiyle neticelenen son darbenin vurulup surların yıkıldığı, aşılarak içeri girildiği muhteşem hücum gününde yaralanan Cenevizli Justinyani tarafından, şehri terk etmek üzere kendisiyle beraber gelmesi istenen ve bunu reddederek elde kılıç şehrini savunarak şerefiyle ölen (29 Mayıs 1453) son Bizans imparatoru XI. Konstantin kadar haysiyetli davranamadığı ve Osmanlı tarihine utancı hep devam edecek kara bir hâtime çektiği açıktır.” (s. 96-97)
Beydilli böylece Bizans İmparatorunun şerefli bir şekilde can verdiğini ifade ederken Vahideddin Han’a bir kez daha haysiyetsiz yaftasını takacak ve Osmanlı tarihine ilelebet devam eden kara bir leke sürdüğünü belirtecektir.
İmparator ülkesini zaptetmek üzere gelen Türklere yani Fatih Sultan Mehmed ve ordusuna karşı mücadele vermiştir.
Peki Vahideddin yurt dışına çıkmasa kiminle mücadele edecekti?
O, bu sorgulamayı hiç yapmamaktadır. Kendisine ülkeyi terk et diyenler kimlerdir hiç düşünmemektedir!
Hâlbuki Padişah yurt dışına çıkmamış olsa, muhtemelen öldürülecekti. Mücadele yolunu seçse milleti bir şekilde birbirine kırdırmış olacaktı.
Onun için kendisi bütün bu karışıklıkların çıkmaması için şimşekleri üzerine çekecek ve bir anlamda paratoner vazifesi görecekti.
Yüzyıllık belge!
İşte bu noktada Murat Bardakçı Bey’in son yayımladığı belge padişahın yurt dışına çıkmaması durumunda linç ettirileceğini net bir biçimde ortaya koymaktadır.
Cumhurbaşkanlığı Arşivi’nde 01013068-13 numarada bulunan ve son padişahın memleketinden ayrılması konusunda büyük önem taşıyan belge Vahideddin Han’ın maruz kalacağı bir linç talimatıdır.
O dönemde Ankara’nın Erkân-ı Harbiye Reisi olan Fevzi Paşa (Çakmak), 2 Kasım’da Başkumandan Mustafa Kemal Paşa’ya 5466 numaralı ve “zâta mahsus” bir yazı göndererek Vahideddin’in “firar hazırlıklarında bulunduğu” yolunda haberler alındığını bildirdi.
Şöyle ki:
“Son zamanlarda İstanbul’dan aldığımız raporlarda Vahideddin’in memâlik-i ecnebîyeye (yabancı memlekete) firarından bahsolunuyor. Ezcümle (özellikle, meselâ) saray mahâfiliyle (çevreleri ile) temasta bulunan bir mutemet (güvenilir kişi) tarafından bu firar hazırlıklarında bulunulduğu ihbar edilmekle arz-ı keyfiyet olunur.”
Fevzi Paşa’nın bu yazısı üzerine Mustafa Kemal Paşa, o sırada işgal altındaki İstanbul’da Ankara’nın temsilcisi olarak bulunan Refet Paşa’ya (Bele) şifreli bir telgraf gönderdi.
Mustafa Kemal Paşa, hazırlanan telgrafın metninde daha sonra kendi eliyle ve kırmızı bir kalemle bizzat değişiklik yapmış ve metnin altını yine aynı kalemle imzalamıştı.
Refet Paşa’ya gönderilen talimatın son şekli, şöyle idi: “Dersaadet’te (İstanbul’da) Refet Paşa Hazretleri’ne, Vahideddin’in memâlik-i ecnebîyeye (yabancı memlekete) firar için hazırlıklarda bulunduğu istihbar edilmiştir (haber alınmıştır). Tahakkuku (gerçekleşmesi) hâlinde ahali vasıtasıyla linç tatbîki lâzımdır. Bunun temini mercûdur (rica olunur). Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi, Başkumandan Mustafa Kemal.”
Tarihî açıdan bu son derece önemli belge, Sultan Vahideddin’in bir İngiliz savaş gemisi ile İstanbul’dan ayrılmasının temel sebebini net bir şekilde aydınlığa çıkarmaktadır. Bundan sonra konunun izahı muhakkak ki daha farklı boyutlarda ele alınacak ve Vahideddin Han daha sağduyulu bir şekilde değerlendirilecektir.
Peki Yusuf Halaçoğlu ve Kemal Beydilli gibi ciddi tarihçiler, son padişah aleyhinde hakaretlerle dolu yazılarında, videolarında dile getirdikleri hain yaftalamalarından ve haysiyetsiz gibi yakıştırmalarından vazgeçecekler midir?
Maalesef bu konuda benim hiçbir şekilde ümidim yok! Zira bunların tarzı ve tavrının tarih metodolojisine hiç uymadığı tamamen kin, nefret ve düşmanlık üzerine kurulu olduğu net bir şekilde görülüyor.
Peki Vahideddin Han yurt dışına çıkmasa, linç edileceğine dair sadece bu belge mi vardı? İnşallah haftaya bu konuya devam edeceğim…
TEFEKKÜR
Bî-derk olan kusûrunu nâkıs kılar gider
Ayn-ı kemâl imiş kişi bilmek hatâsını
Haşmet
(Anlayışsız adam hatalarını düzeltmeden gider,
Kişinin hatasını bilmesi, olgunluğun kendisiymiş.)
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
02.12.2022
Türkiye Gazetesi