Sultan Alparslan devlette casus (sahib-i haber) kullanmak istemezdi. Ünlü veziri Nizamülmülk bu hususta kendisi gibi düşünmeyenlerden idi. Sultana neden böyle bir uygulamanın içinde olduğu sorulduğunda sultan şöyle demişti:
“Ben böyle bir memur tayin dahi etsem, bana hakikaten sadık olanlar ona hiç ehemmiyet vermezler, çünkü doğruluklarına ve bana güvenirler. Düşmanlarım ise onu para ile satın alabilirler. Dünyanın her şehrinde dostlarımız da, düşmanlarımız da bulunur. Haberci bize haber getirdiği zaman kendinin bir garezi varsa, dostu düşman, düşmanı dost suretinde gösterip dostlarımdan fena, düşmanlarımdan iyi haberler getirebilir. İyi ve fena sözler ok gibidir; hepsi isabet etmezse bile biri isabet edebilir. Bu suretle gayriihtiyari olarak, dostlarıma teveccühüm azalacağı gibi, düşmanlarıma karşı da bilakis itimat ve muhabbet besleyeceğim. Bunun neticesi olarak dostlarımdan mahrum kalırken düşmanlarım tarafından çevrilmiş olacağım. O zaman da padişahlık yara alır ve olan biteni anlayamazsın. Bu yüzden habercinin bize lüzumu yoktur…”
Gerçekten de müthiş tespitlerdi bunlar. Dostu düşman, düşmanı dost gösterebilirlerdi. Belli ki Sultan dostunu, düşmanını kendi tanımak istiyordu. Fakat bu da kolay bir iş değildi. Nitekim çok geçmeden ülke “batıni fedaileri”nin tehdidi altına girdiğinde istihbaratın önemi de anlaşılmış oluyordu…
Bugün siyaset noktasında da istihbarat değil ama başkana bağlı bazı özel danışmanların görev yapmasını şahsen isterim. Bunlar doğrudan siyasetin içinde olmayan, sadece halkın içinde gezip bilgi toplayan ve asla değerlendirme yapmadan sanki bir fotoğrafçı gibi gördüğünü aktaran, ulaştıran adamlar olmalıdır. Böylece toplanacak bu bilgilerin, halkın ahvalini anlamakta, nabzını tutmakta çok kolaylıklar sağlayacağını düşünmekteyim.
En önemlisi ise genel ve yerel seçimlerde aday tespiti sırasında neredeyse tam isabet sağlanmasına vesile olur, ortaya çıkabilecek onlarca küskünlüğün önü de kesilirdi.
Aslında bu iş çok zor da değildir. Her bölge için birbirini tanımayan üçer adam görev yapsa mesele çözülürdü. Dost düşman herkesin fikri bilinmiş olurdu ve bunları şu anda illerde ilçelerde siyaset yapanların ruhu bile duymazdı.
Vekillerin yeni görevi mi?
Açık söyleyeyim, yüzlerce konferans için şehir şehir, kaza kaza gezen biri olarak söylüyorum. AK Parti içinde yerel seçimlerde aday tayininde son gelinen nokta beni ürküttü!..
Partililere sorsanız, konu temayül yoklamaları ile belirlenmektedir. Halka sorsanız temayül yoklamaları denilen husus tam bir komedidir. Şayet belirttiğim uygulama yapılsa, temayüldeki ahbap çavuş ilişkisi asla yaşanmaz ve insanlar birbirine düşmezdi.
Nitekim bir önceki yerel seçimlere bir yıl kalmıştı. Çankırı’da, AK Parti MKYK’nın en genç iki üyesi ile tanışma ve sohbet imkânım olmuştu. Onlara dedim ki: “Reis’e benden selam söyleyin: Sakın Beylikdüzü’ne aynı adayı koymasınlar. Yüzde yüz kaybederiz.” Evet kaybedildi. Hem de o seçimlerde İstanbul’da AK Partinin elinde olup da kaybettiği tek ilçe olmuştu.
Elbette bu bir kehanet değildi. Zira o ilçede oturuyordum. Halkın arasında idim ve insanları duyuyordum. Kendim ve yakın çevrem de dâhil aday olacak kimse yoktu. Yani şu olsun davasında da değildim. Hepsi bu.
Peki, neden temayülde onu ısrarla göstermişlerdi? Zira bazı vekillerin kendisi ile hesabı vardı!
Bugün gelinen noktada yeni sisteme ayak uyduramayan ve işi gücü azalan vekillerin hep bu işlere bulaştığına şahit oluyorum ki vahimdir.
Son dönemlerde belediyecilikte gerçekten çok başarılı isimler gördüm.
İstanbul’da Sancaktepe ve Tuzla, Kocaeli Büyükşehir, Sincan, Çayırova, Elazığ, Bursa Yıldırım, Ardahan, önceki ve yenisiyle Bilecik, Ayancık belediye başkanlarımız vs.
Mesela gece gündüz demeden çalışan bir Yıldırım Belediye Başkanı’nı her yerde misal gösteriyordum. Halkın gözüne ve gönlüne girmede bir numara idi.
Yeniden aday olamayınca şaşırdığım isimlerden biri olmuştu. “Neden?” diye bir sorgulama yaptım. Karşıma Bursa milletvekillerinden birinin adı çıktı. Onu aday yaptırmamak veya adamını seçtirmek için çevirmediği dolap kalmamıştı.
Yine, Sinop Ayancık’ta bütün halkın gözdesi olmuş bir başkan vardı. Şehri gezerken halkın ona olan teveccühünü yerinde fark edebiliyordunuz. Daha bir yılı dolmamıştı. Bunu nasıl yapmıştı, bilemem ama başarmıştı.
O da listeye giremedi. Onu da sorguladım altından Sinop vekili çıktı.
Vekiller neden belediye başkanlığı ile bu kadar ilgilenirler? Çözemedim. Çözmek için de zaman harcamam. Orası siyasilerin işi olmalı. Ben fotoğrafı gönderiyorum sadece…
Heyecanı öldürmeyelim!
Fakat şunu net ifade edebilirim ki bu iş vekillerin işi olmamalı. Aday belirlenme sürecinde seçim bölgesine dahi girmemeli. Kendi görevleri ile meşgul olsunlar. Aday belirlendikten sonra başkanının yanında ona destek verebilirler.
Belediye başkanları doğrudan halkın arasında ve hizmetinde bulunan kişilerdir. Onları neden vekile sorup öğrenirsiniz ki? Buyurun gezdirin özel danışmanlarınızı ve halka sorun. Yüzde yüz isabet edersiniz.
Bursa Yıldırım Belediye Başkanımız haftanın bir günü “Beyaz Masa”da bulunuyor diğer günlerde de sırayla mutlaka bir müdürü oraya oturtuyordu. Bu ne demektir: “Ben kendime güveniyorum. Yaparım, yapamam ama halkıma her hâli anlatırım. İkna ederim. Her hâlde ve her durumda halkımla beraberim.”
Yıldırım’da neredeyse bütün kahvehaneleri aynı zamanda ‘Kıraathane’ye dönüştürmüştü. İlçeyi tam bir kültür beldesi yapmıştı. Heyecan ve hizmet aşkı ile tutuşuyordu. Müthiş bir ekibe sahipti. Peki başarı ve çalışma -ödüllendirilmek bir yana bir vekilin (ismi bende mahfuz) ayak oyunları ile- cezalandırmaya dönüşürse bütün hevesler kırılmaz mı?
Bundan böyle belediye başkanları, “aman vekillerin sözlerini tutalım”, “vekilleri idare edelim”, “vekillerin gönüllerini kazanalım”, “vekillerimizin peşlerinde koşalım”, noktasına gelirse bunun vatana, millete, halka, belediyelere ne faydası olur?
Sayın Başkanımız Recep Tayyip Erdoğan Bey’in yıllardır üzerine basa basa söylediği ısrarla dile getirdiği hizmet odaklı parti imajı, yavaş yavaş birilerinin köşe tutma, benim olsun ya da hiç olmasın, köşe dönme noktalarına doğru gidiyor. En kötüsü de bunu yapanlar sorumluluğu hep Reis’e atma sevdasındalar. Lidere doğru haber ulaştırmazsanız, yanlışı yapan ve yaptıran asıl siz olursunuz!
Diğer taraftan bu hâl yerel seçimlerde ikinci ve çok kötü bir geleneğin daha yerleşmesine yol açmaktadır. Adayların seçilme sürecinde AK Parti üyeleri birbirlerine akıl almayacak derecede bir karalama kampanyası yürütüyorlar. Bunların çoğunun iftira olduğu rakibini yıpratmak olduğu açıktır. Buna rağmen neden böyle yapıyorsunuz? Neden birbirinizi yiyorsunuz? Kaybeden kim oluyor?
Avcılar’da bu dönem pırlanta gibi bir aday var. İnanıyorum ki Avcılar’ı alacaktır. O kazanırsa kazanan Avcılar olacak. İstanbul’un bu güzide semti pırıl pırıl bir hizmete kavuşacak. Oysa adaylığı döneminde görüştüğümüzde kendi bünyesinden eski teşkilat adamları, hakkında öyle bir tezvirat yaptılar ki siyasete girdiğine neredeyse bin pişman olacaktı. Bu arkadaşımızı Bayrampaşa halkı da çok iyi tanır. Doktor iken gece gündüz demeden garip guraba, fakir fukara herkesin hizmetinde bulunmayı sanki aşk edinmişti.
Bakınız bu da farklı bir misal. Büyükçekmece’de pırlanta gibi adaylar vardı. İki tanesi ile tanışmıştım. İkisi de orayı kazanabilecek isimlerdi.
Şu anki adaya temayülde bir oy dahi çıkacağını zannetmem. Kimler destekledi anlamadım. Şahsen ben olsam, Büyükşehir Başkanlığından sonra tekrar büyükşehir olmayacaksa yeter derdim. Heyecanlı, gayretli yeni bir arkadaşa yol açmak, yardımcı olmak isterdim. Ama o hizmeti değil, ben olayım yolunu seçti.
Nitekim bu adayımızın ilk vaadi Metrobüsü, Büyükçekmece’ye kadar götürmek oldu. Metrobüs gerçeğinden habersiz bir başkan. Altı yıl istisnasız metrobüsü kullanmış (iki yıldır yarım saatten fazla binmeyi beklememek adına mecburen bırakmış) biri olarak söylüyorum, sabah 6.30-10.00 ve akşam 17.00-21.00 arası metrobüsler ne taşıyor diye bir bakarlar mı acaba? Önce bu saatlerde sade bir vatandaş gibi metrobüs yolculuğu yap, gel sonra bu sözü söyle!
Geçtiğimiz günlerde haberlerde, Binali Bey’i Marmaray’da seyahat ederken gördüm. Çok hoşuma gitti, tam bir sade vatandaş gibiydi! Buyur aynısını yap, o vaadinden utanır başka projeler düşünürsün eminim.
Siyaset önce milleti dinlemektir. AK Partide, Sayın Başkan Recep Tayyip Erdoğan Bey’i anlayamayan veya örnek almayan siyasetçilerin sayısı gittikçe artmaktadır. Bu hâl aşkla hizmet edenlerin şevkini kırmakta veya bitirmektedir.
Son fotoğraf maalesef bu.
TEFEKKÜR
Meşveretle hasıl olur her ümit
Meşveretsiz işte bağlıdır kilit
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
01.02.2019
Türkiye Gazetesi
https://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/prof-dr-ahmet-simsirgil/606353.aspx