Çocukların ıstırabı!
Türkiye Cumhuriyeti Devlet Başkanı Sayın Erdoğan, İran’daki üçlü zirvede günün anlamına uygun olarak Şeyh Sadi-i Şirazi’nin şiirlerinden birkaç satır okudu. Sadi-i Şirazi İran edebiyatının mühim simalarından biridir. Bilhassa gazelde en büyük şairlerdendir. Eserlerinde kendisinden bahsederken, “Ben çocukların ıstırabını bilirim. Çocukluğumda babamı kaybettim” sözü ile yetimlerin haline ne güzel işaret etmiştir. “Bostan ve Gülistan” isimli eseri defalarca Türkçe’ye çevrilmiş olup en fazla okunan eserlerdendir.
Eserini okuduğunuzda, “Müslümanların arasını sınırlarla bölemez, ayıramazsınız. Onu belli sınırlara hapsedemezsiniz. Müslüman, dünyadaki bütün Müslümanların dostudur, kardeşidir. Sadece kendi devletiniz sınırları içindeki Müslümanın derdiyle dertlenmek olmaz. O zaman sizin Müslümanlığınız da laftan ve sözden öte gitmez”, diye düşünüyorsunuz. Rahmetli Şairimiz Abdurrahim Karakoç’un:
Ellerin yurdunda çiçek açarken
Bizim İl’e kar geliyor gardaşım.
Bu hududu kimler çizmiş gönlüme?
Dar geliyor, dar geliyor gardaşım.
Dediği gibi sınırları ve duvarları aşıp kardeşinin derdiyle dertlenecek elemi ile hüzünleneceksiniz.
Başkan Erdoğan, bu hudutsuz kardeşliği ne güzel ifade etti. Hem de Şeyh Sadi’nin ana memleketi İran’da, Ruhani’nin gözlerinin içine baka baka söyledi. Onların bu dizeleri anladığını zannetmiyorum. Zira onlar o kaynaktan beslenmiyorlar. Geçen gün TV’lerde dinlediğim CHP milletvekili Öztürk Yılmaz, “Türk askeri artık Suriye’den derhal çıkmalı” derken orada katledilecek Müslüman kardeşlerimiz için zerrece bir endişe içerisinde değildi. Elbette ırkdaşlarına ve dindaşlarına Boraltan Köprüsü faciası yaşatanlardan beklenen bir tavırdır bu!
“Rusya’nın, ABD’nin, İran’ın Suriye’de ne işi var?” diyemeyenler emin olun yarın bu ülkeler kendi memleketlerine girdiklerinde de diyemeyeceklerdir. Hatta bu zavallılar, ülkemizi birileri işgal etse, “Bizi Erdoğan’dan kurtardı” diyerek bayram dahi yapabilir. Kardeşinin derdine yanamayanlar yarın kendi dertlerine yanan da bulamayacaklardır.
Zalimin dişleri sökülecektir!
İşte bu noktada Şeyh Sadi’nin değeri altınla ölçülemeyecek sözlerine ve ibretlik hikâyesine göz atalım:
“Ey aziz insan, sen de bazı güçlü kimselerin sıkıntılarına katlan ki, bir gün gelir sen kuvvet bulursun, o zebun olur.
İnatçı kişilerin şerrini iyilik ve cömertlikle gider. Himmetin kolu, kuvvetin elinden üstündür.
Söyleyin mazluma, kurumuş dudakları gülsün: Bir gün gelecek, zalimin dişleri sökülecektir.
Davulun sesiyle uyanan beyefendi, bekçinin geceyi nasıl geçirdiğini nereden bilsin! Kervan halkı yalnızca kendi yükünün kaygısındadır, sırtı yaralı merkebe nereden acısın!
Diyelim ki sen düşkünlerden değilsin; fakat düşkün gördüğün zaman niçin duruyorsun?
Sana bu konuda başımdan geçen bir olayı anlatayım da insanlığın nasıl kazanıldığına bir bak. Yeri gelmişken bunu atlamak doğru olmayacak:
Şam’da büyük bir kıtlık olmuş, öyle ki, âşıklar aşkı unutmuşlardı. Gökyüzü yeryüzüne çok cimri davranmış, ekinler, hurma ağaçları dudaklarını ıslatamadı, coşkun ırmaklar kurudu, öksüzlerin göz yaşından başka su kalmadı.
Bacalardan tek tük görülen duman çaresiz dulların âhı idi, yoksa gökyüzünde duman namına bir şey yoktu. Ağaçların dalları meyvesiz, zenginler mecalsiz, fakirler çıplaktı. Pazısı kuvvetli olanlar güçten kesilmişlerdi. Ne dağlarda yeşillik ne bağlarda balçık vardı. Yeşillik namına var olanları çekirgeler, çekirgeleri de halk yemişti. O günlerde bir dostum bana uğradı, çok düşünceli, zavallı bir deri bir kemik kalmıştı. Şaşırdım, çünkü o güçlü kuvvetli, hali vakti yerinde, makam mevki sahibiydi, her şeyi tamdı. Kendisine dedim ki:
Azizim, bu ne cansızlık, nereden geldi size bu dermansızlık?
Bana çok sert bir tavırla: “Senin aklın mı dar? Bunu sormaya gerek var mı? Şu sıkıntılı hali görmüyor musun, meşakkat ve sefalet son haddine varmış. Ne gökten yere rahmet iniyor, ne yerdekilerin âhı göğe çıkıyor…”
Ona cevap olarak:
“Öyle ama sizin korkmanıza gerek yok ki, panzehiri olan, zehirden korkar mı? Yokluk yüzünden ölenler olsa da tokluktan ölen de yok ya. Senin her şeyin var, başkaları yokluktan harap olsa bile sana ne? Kaz tufandan korkar mı?” dedim.
İyi bir âlim olan dostum, bana çok anlamlı bir biçimde baktı ve şöyle dedi:
“İnsan sahilde bile olsa dostları denizde batarken rahat edemez. Benim yüzüm sanma ki gıdasızlıktan sarardı, onu sarartan fakirlerin ıstırabıdır. Akıllı adam ne kendi bedeninde ne de başkalarında yara görmek ister. Allah’a çok şükür kendim muhtaç değilim, fakat bugün bütün bir memleket aç. Yaram yok ama başkalarında yara görünce vücudum titriyor. Hastanın başında bekleyen sağlıklı kişinin keyifli olması mümkün mü? Fakirler, miskinler aç olunca benim her yediğim lokma zehir kesilir. Dostları hapishanedeyken bir kimse güllük güneşlik bir bahçede nasıl eğlenebilir?”
Şeyh Sadi-i Şirazi anlayana ne güzel söylemiş. İran’da kendisini yâd ederek bu mesajları veren ve “Dostlarımız, dindaşlarımız, ırkdaşlarımız orada iken bize rahat uyku yok, her zaman onların yanındayız” diyen Sayın Başkanımız Erdoğan’ı tebrik ediyorum.
Zalimin hasmı Cenab-ı Hak’tır. Suriye’yi yetimler yurduna çevirenler bunun karşılığını inşallah görecektir. Yüce Rabbimiz duaları ve elinden geldiği kadar her türlü imkanları ile o mazlumların yanında duranları da aziz edecektir.
Müslüman zulme uğradığında, dertlendiğinde, üzüldüğünde sınırların bir mana taşımadığını artık bilelim ve ona göre hareket edelim! Peygamber efendimizin Müslümanlara prensip olarak gösterdiği şu hadisi de asla unutmayalım:
“Birbirine karşı muhabbet ve merhamette, müminler, bir vücut gibidir. Vücudun bir yeri rahatsız olunca, bütün vücut, rahatsız, uykusuz kalıp, onun tedavisi ile meşgul olduğu gibi, Müslümanlar da birbirlerine yardıma koşmalıdır”!
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
09.09.2018