Kıymetli okurlarımın “Fetihler Sultanı Mehmed” dizisinde işlenen Hurûfîlik konusundaki suallerine cevap olmak üzere ve Fatih’in Hurûfîlikle olan münasebetine bu yazımızda da devam edeceğiz…
Fazlullah Hurûfî’nin (ö.1394) kurup geliştirdiği, “harflerin esrarı”na dayanan Bâtınî akım, İslam’ın temel akidelerini bozmaya kalkınca, bilhassa büyük İslam hükümdarı Emîr Timur’un takibatına uğradı. Neticede Emîr Timur tarafından Fazlullah Hurûfî’nin öldürülmesi üzerine halifeleri dört bir yana dağılmaya başladı. Görüşleri Hindistan’dan İran’a, Mısır’dan Anadolu ve Balkanlara kadar yayılmaya yüz tuttu. Fazlullah’ın idamından sonra bir grup Hurûfî ile birlikte İsfahan’a gelen Hacı Surh adlı bir kişi burada propagandaya girişerek taraftar toplamış, 1431 yılında bir ayaklanmanın çıkmasına sebep olmuştur. Bu sırada Şâhruh’un kumandanlarından Emîr Abdüssamed’in iki oğlu da öldürülmüştür. Bunun üzerine Hacı Surh katledilmiş ve taraftarları da dağıtılmıştır.
Karakoyunlu Hükümdarı Cihan Şah, ilk dönemlerinde Hurûfîlerle iyi ilişkiler içinde olduğundan bunların taraftarları Tebriz’de iyice artmıştı. Bir müddet sonra bunlar devleti ele geçirmek üzere Tebriz’de büyük bir ayaklanma tertiplediler. (1441) Bu ayaklanma ulemanın da desteğiyle kanlı bir şekilde bastırılmış ve 500 kadar Hurûfî öldürülmüştür.
Fazlullah’tan sonra bazı Hurûfî dervişleri ise ülkelerini terk ederek Hindistan’a gitmiştir. Hindistan’a gidenler Mahmud Pesihanî’nin (ö.1427) takipçileridir. İlk başlarda Hurûfî önderlerinden sayılan Mahmud, harfin yerine noktanın önemine vurgu yapmasından dolayı Fazlullah’ın görüşlerinden ayrılmış ve Hurûfîlerce Merdud veya Matrud lakabıyla anılmıştır…
Memlûkler döneminde Kaygusuz Sultan Tekkesi’nin faaliyete geçmesiyle Hurûfîlik Mısır’da da yayılmaya başlamıştır. Sultan Kansu Gavri, Nesîmî’nin şiirlerine büyük ilgi göstermiş ve ona hayranlık duymuştur.
Irak ve Suriye’de ise; Derviş Emîr Ali Keyvan, Derviş Sadr-i Ziya, Hacı İsa Bitlisî, Hasan Haydarî, Seyyid Taceddin ve Seyyid Muzaffer, Hurûfîliğin temsilcileri idiler. Bunlar Bağdat’ta propaganda yapıyor, diğer Hurûfîlerle de irtibatlarını devam ettiriyorlardı.
Hurûfî hareketi Anadolu’yu da etkilemekten geri kalmamıştır. Hurûfî halifeleri XV. yüzyılın başlarından itibaren Tebriz ve Halep yoluyla Anadolu’ya gelerek propagandaya başlamışlar ve inançlarını; tasavvuf, vahdet-i vücûd ve ilm-i esrâr-ı hurûf gibi daha önce mevcut olan fikir ve inançlar içinde gizleyerek yaymaya çalışmışlardır…
Hurûfîliğin Anadolu’ya gelmesi ve burada yayılarak kökleşmesini sağlayan, Fazlullah’ın iki halifesidir. Bunlar İmâdüddin Nesimî ve onu takip eden Halifesi Refiî’dir. Bu iki halife sayesinde Hurûfîlik Anadolu’da iki ayrı koldan yayılmıştır. Bunlardan birincisi daha çok halk şairlerinin okuduğu coşkun şiirler sayesinde gerçekleşirken, ikincisi daha kitabî bir yolla Fazlullah’ın eserlerinin Anadolu’ya getirilip tercüme edilmesi sayesinde gerçekleşmiştir.
Hurufiliğin Anadolu ve Balkanlarda yayılması özellikle Bektaşîlik üzerinden olmuştur. Fazlullah’ın halifesi ve en özde talebesi Ali el-Âlâ (ö.1419) Anadolu’ya gelip, Hacı Bektaşî Veli tekkesini ziyaret etmiştir. Diğer bir halifesi olan İmâdüddin Nesimî de Anadolu’da dolaşmış ve onun fikirlerini yaydığı için idam edilmiştir.
İmâdüddin Nesimî
Hurûfîlik akımında en önemli isimlerden biri meşhur şair Nesimî’dir. Başlangıçta Sünni yolunda olduğundan ve zaman zaman takiyye yapmasından dolayı bir kısım Ehl-i Sünnet ulemâ tarafından övülmüştür. Onun tam adı Ömer İmâdüddin Nesimî’dir. Şiirlerinde “Nesimî” mahlasını kullanan şairin hayatı hakkındaki bilgiler oldukça sınırlıdır. Doğum yeri ve tarihi belli değildir. İran kaynakları Şiraz ya da Şirvan’da, XVI. yüzyıl Osmanlı tezkirecilerinden Âşık Çelebi, Diyarbekir’de, Latîfî ise Bağdat’ta (Nesîm nahiyesi) dünyaya geldiğini söylemektedir. Nesimî ile aynı dönemde yaşayan İbni Hacer el-Askalânî onu Tebrizli gösterir. Türkmen asıllıdır. Bunun yanında Arap olduğunu söyleyenler de vardır.
Nesimî’nin yaşadığı çevre genelde, İmamiyye, İsnâaşeriyye ve Caferiyye mezhebi mensuplarından oluştuğu ve bu çevrelerde “Ömer” ismi sevilmediği için, “Ömer” adını kullanmamıştır. Bunun yerine “Dinin direği” anlamındaki “İmâdüddin” mahlasını tercih etmiştir.
Nesimî, başlangıçta Şeyh Şibli’nin müritlerinden idi. Güçlü bir şairdi. Şirvan’a gittiğinde orada Fazlullah Hurûfî ile tanışması Nesimî’nin hayatında büyük bir dönüm noktası oldu. Fazlullah’ın görüşleri kendisini bambaşka bir kimliğe soktu. Nesimî, İslam dininin hemen hemen bütün şartlarını üstadı Fazlullah’ın etkisiyle Hurûfî sistematiği içinde yorumlayarak onlara yeni anlamlar kattı.
Fazlullah’ın 1394 yılında öldürülmesi üzerine, diğer takipçileri gibi Nesimî de üstadının yolunu ve fikirlerini yaymak üzere hayatının sonuna kadar sürecek olan seyahatlerine başlamıştır. İran ve civarından başka Irak’ı, Suriye’yi, doğu, batı ve güney Anadolu’yu dolaşmıştır.
Nesimî, I. Murad Han devrinde Bursa’ya gelmiş fakat burada iyi karşılanmamıştır. Osmanlı ulemasının onun bozuk düşüncelerinden haberdar olduğu anlaşılmaktadır. Ardından Hacı Bayram-ı Velî ile görüşmek için Ankara’ya gitmiştir. Ancak Hurûfîlikle ilgili fikirleri sebebiyle şeyhin huzuruna da kabul edilmemiştir. Dolayısıyla Anadolu’da fikirlerini yayacak ortam bulamayan Nesimî, o tarihte Hurûfîlerin Suriye’deki en önemli merkezi olan Halep’e gitmek zorunda kalmıştır.
Nesimî, bilhassa şairlik gücünü fikirlerini yaymak için kullandı. “Yaradanın insan yüzünde tecelli etmesi” ve “vücudun bütün organlarını harflerle izah” gibi fikirleri Sünnî çevrelerde tepkiyle karşılandı.
Halep ulemâsı, onun ulûhiyyet iddia ettiğini, görüşlerinin İslâm’a aykırı olduğunu ileri sürerek öldürülmesi için fetva verdi. Bu fetva, Memlûk Sultanı el-Melikü’l-Müeyyed Şeyh el-Mahmûdî’nin onayını alan saltanat nâibi Emîr Yeşbek tarafından boynu vurulup derisi yüzülmek suretiyle uygulandı. (1417)
Fatih ve Hurûfîler!
Öte yandan Osmanlı ülkesinde Çelebi Sultan Mehmed ve oğlu Sultan II. Murad zamanında başlayan Hurûfî etkisi, Fatih Sultan Mehmed döneminde saraya kadar ulaşmış, genç padişah bile bir ara bunlardan etkilenmiştir.
Hurûfîler Herat, Isfahan ve Tebriz’de uyguladıkları taktikleri Osmanlı ülkesinde de uyguluyor, bir yandan Yeniçeriler arasında taraftar bulmaya, bir yandan da padişahı etkileyerek Hurûfîliği devletin resmî mezhebi hâline getirmeye ve iktidarı ele geçirmeye çalışıyorlardı.
Durumun vahametini gören Vezir Mahmud Paşa bu büyük fitnenin ortadan kalması için harekete geçmiştir. Onun bu konuda en büyük yardımcısı büyük âlim Fahreddin Acemî olacaktır.
Fahreddin Acemî’nin hayatının ilk devreleri hakkında kaynaklarda bilgi yoktur. İlk tahsilini İran’da yaptığı ve Seyyid Şerif el-Cürcânî’nin yanında yetiştiği belirtilir. Osmanlı ülkesine gelişinin Çelebi Mehmed döneminde olduğu (1418) sanılmaktadır. Bursa’da kendisi gibi İran’dan gelen Burhâneddin Haydar Herevî’den hadis okuyup icâzet aldı ve Molla Şemseddin Fenârî’nin oğlu Mehmed Şah’ın hizmetine girerek Sultaniye Medresesi’nde onun muîdi oldu. Bazı medreselerde müderrislik yaptıktan sonra 1430 yılında II. Murad Han tarafından başşehir Edirne’ye müftü tayin edildi.
Fatih Sultan Mehmed zamanında da müftülük görevine devam eden Fahreddin Acemî, padişahı etkileri altına alan Hurûfîlerin bertaraf edilmesinde önemli rol oynadı.
Fatih’in, Fazlullah-ı Hurûfî taraftarlarının fikirlerine iltifat etmesinden ve bunların saraya kadar girmelerinden endişeye kapılan Vezîriâzam Mahmud Paşa, durumdan Fahreddin Acemî’yi haberdar ederek fikirlerini dinleyip çürütmesi için bir plan tertip etti.
Fazlullah-ı Hurûfî taraftarlarını konağına davet edip onlara ziyafet verdi. kendilerine yumuşaklık gösterip fikirlerini rahatça konuşmalarını sağladı. Bu sırada yan odada salonun bir köşesine gizlediği Fahreddîn-i Acemî’nin, Hurûfîlerin fikirlerini bizzat dinlemesini sağladı.
Yemek sırasında sapık fikirlerini ortaya koyan Hurûfîleri dinleyen Müftü, saklandığı yerden çıkarak onların fikirlerini çürüttü. Hatta Hurûfîleri saraya kadar takip ederek Fatih’in huzurunda bir kere daha sert bir şekilde azarladı. Sonra da Edirne’de Üç Şerefeli Cami’de münazaraya davet etti. Halk huzurunda yapılan münazarada bunların sapıklıklarını ve dinsizliklerini ortaya koyarak idamlarına fetva verdi ve bu hüküm hemen infaz edildi. Böylece kamu ve devlet düzenini bozacak olan büyük bir fitne başlamadan sona erdirildi…
1465 yılında vefat ettiği tahmin edilen bu büyük âlimin kabri, Edirne’de Dârülhadis Camii mihrabı önünde yer almaktadır.
TEFEKKÜR
Devlet-i dünyâ ile âkıl olur mu şâd-kâm
Âdeme vermez ferâh gencîne bulsa hâbda
Râşid
(Akıllı, dünya zenginliğine sevinir mi?
Düşte bulduğu hazine, insanı rahatlatmaz.)
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
07.06.2024
Türkiye Gazetesi