Âlimler, korkulu, geçit vermez sarp yollarda rehber, bunalımlı zamanlarda ferahlık ve rahatlık veren liman gibidir. Bu korkulu geçitleri, bunalımları ve dehşetli karanlığı sadece maddi olarak görmemek gerekmektedir. Manevi cihetten de düşünmelidir.
Dünyada maddi bakımdan, dağları iyi tanıyan sakat bir rehber, karanlık yollarda cansız bir el feneri ve paralı, fakat cahil bir zengin bile zor durumdaki insanları ferahlatabilir. Peki ya o yalnız ve beş parasız, hiç bilmediğin bir âleme doğru çıkacağın yolculukta sana kim kılavuzluk edecektir? Eşrefoğlu Rumi’nin dediği gibi:
Kılavuzsuz bu yola sen varamazsın,
Bu müşkül işi sen başaramazsın.
İşte ölüm gününü, düğün gününe çeviren bu mürşitleri, kılavuzları bulmalı ve onları iyi tanımalısın!
Zira İngilizler ve Siyonistler doğruya giden yolları kesen, bozan, değiştiren binlerce ajanlarını Müslümanların arasına asırlardır saldılar ve salmaya da devam etmekteler.
Nitekim FETÖ’nün başı, 15 Temmuz 2016’da devletimize kastetmese bir kısım ilahiyatçılarca hâlâ çağlar üstü rehber olarak gösterilecekti!
Bunlardan bir tanesi de Hayreddin Karaman’dı. Karaman, FETÖ başının 1998’de Papa’ya gönderdiği ve emrinde olduğunu bildiren mektubu okumamış mıydı?
İmanın şartlarını dörde düşürdüğü ve bunları sayarken, “ubudiyyet veya adalettir” diyerek imanda şüpheye de yol açtığı yazısını görmemiş miydi?
“Hıristiyan ve Yahudiler de Cennet’e gidecek ve Kelime-i şehadetin ikinci kısmını (Muhammedü’r Resûlullah) söylemeye gerek yoktur”, mesajını işitmemiş miydi?
Buna rağmen gençleri yıllarca neden bu gruba doğru sürükledi?
Bunun nedeni tektir: Aynı Hayreddin Karaman’ın II. Abdülhamid Han dönemi FETÖ’sü Afgani ve onun iki şövalyesi olan Abduh ve Reşit Rıza’yı hâlâ âlim bilmesi ve hâlâ gençlere sevdirmeye çalışmasıdır. İz Yayıncılıktan çıkan “Gerçek İslam’da Birlik” isimli eserinde Cemaleddin Afgani, Muhammed Abduh ve Reşid Rıza’yı uzun uzun anlatmakta ve gençlere onların fikirlerini aşılayabilmek için var gücüyle gayret sarf etmektedir.
Pazar Divanı’ndaki son iki yazımda Afgani ve Abduh’un bir kısım fikirleri ile Abdülhamid Han düşmanlıklarından bahsetmiştim. Bu hususta Reşid Rıza’nın da tanınmasının önemli olduğunu düşünmekteyim. Zira “Dinî Modernizm’in” bu üç şövalyesi hem Osmanlının yıkılmasında hem de Ehl-i sünnet akidesinin bozulmasında İngiliz ve Siyonistlerin uşağı olarak tarihte görevlerini ifa etmişlerdir. Buna rağmen haklarında parlak övgülerle yazdırılan kitaplar ile bugün dahi gençlere yıkıcı fikirleri aşılanabilmektedir…
Reşid Rıza
Lübnan’ın Kalemun kasabasında 1865 yılında doğan Reşid Rıza, iyi bir aile çevresinde yetişti ve Ehl-i sünnet âlimlerinden kuvvetli bir eğitim aldı. İmam-ı Gazali ve İmam-ı Şarani hazretlerinin eserleri, onun baş ucu kitabı gibi idi. Bu arada tasavvufa da meylederek Nakşi dergâhlarında bulundu. Ancak Reşid Rıza’nın zahidâne hayatı ve güçlü Ehl-i sünnet itikadı Afgani ve Abduh’un eserlerini okumasıyla birlikte değişmeye başladı. Sohbetlerinde bulunmayı ve istifade etmeyi arzuladığı Afgani’nin vefatı üzerine bu emeline kavuşamadı. Bunun üzerine Ürdün’de onun bir numaralı talebesi Muhammed Abduh’un ders halkasına katıldı. Abduh’un izniyle “el-Menar” dergisini çıkarmaya başladı.
Afgani ve Abduh’un güya “Pan-İslamizm” dedikleri Müslümanları birbirine düşürmekten başka bir işe yaramayan parlak fikirler kendisini iyice sarmaya başlamıştı. Görünüşte II. Abdülhamid Han’ı destekliyorlardı. Fakat “yönetim istibdada değil istişareye dayanmalıdır” derken sinsi bir şekilde İngiliz politikasına hizmet vermekteydi.
Bütün Müslümanları bir inanç temeline çağırırken, “hiçbir yabancı hukukun hâkim olmadığı bir hukuk ve Arapça’dan ibaret olan tek lisan kullanımı” tezini şiddetle savunuyor ve böylece Osmanlı idaresini sinsice yıpratıyordu.
Abduh’un vefatından sonra artık muhiplerini ve taraftarlarını tamamen Reşid Rıza yönlendiriyordu. Bu devrede sinsi fikirleri açığa çıkmaya ve Abdülhamid Han düşmanlığı zahir olmaya başladı. Artık II. Abdülhamid Han idaresini açıkça istibdat diye niteliyor ve kitleleri hareketlendiriyordu.
Aynı zamanda İttihat ve Terakki yöneticileri ile iş birliğine girişti. Güya Araplarla Türkler arasında anlaşmazlık sebeplerini ortadan kaldıracak, birlik ve beraberlik sağlayacaktı. Bu arada, “tek konuşma dili Arapça olmalı”, diyen bu adamın yanında Türkçü ve Turancılar ne buluyordu acaba?
II. Abdülhamid Han’ın tahttan indirilmesiyle birlikte Reşid Rıza’nın ifade ettiği şu sözler, İttihatçılarla ortak paydaları yanında onun Türklerin hakanına ve Müslümanların halifesine olan nefretini de ortaya koyuyordu:
“İşte Abdülhamid Han ve çevresindekiler! Yeryüzünde Allah’ın emirlerine başkaldırdılar. Sünneti ve farzı terk ettiler. Şeriatı ve kanunları uygulamadılar. Bütün Osmanlıları istibdat ile yönettiler. Büyük servetler edindiler… Allah da onları hiç beklemedikleri bir yerden yakaladı. Kalplerine korku saldı…”
Gerçek İslam’da birlik(!)
Reşit Rıza’nın şu ifadelerinin Abdülhamid Han’ın tahttan indirilmesi için verilen hal’ fetvasından, Jön-Türklerin, Ermenilerin, Rum ve Yahudilerin söylemlerinden ne farkı vardı? Hepsi, talimatı Londra’dan veya Mason localarından alır gibiydiler. Nitekim Mason localarında ve Siyonist kongrelerinin gizli celselerinde Osmanlı ülkesi için çizilen planlar artık bir bir işlemeye başlayacaktı.
İslam ittihadı, Osmanlı birliği gibi parlak kavramlar gitmiş, yerini Arapçılık ve Türkçülük almaya başlamıştı. Reşid Rıza da artık İttihatçılara karşı Hicaz’da Şerif Hüseyin’in yanında bulunuyor ve onu Arap Devleti kurmaya teşvik ediyordu.
Abdülhamid Han devrinde sudan sebeplerle Osmanlı Devleti’nin temellerini sarsan Reşid Rıza, o gittikten sonra Mısır’daki İngiliz sömürgecileri ile de iyi ilişkiler içerisine girmişti. Birinci Cihan Harbi öncesinde zaman zaman İngiliz sömürge politikalarının lehinde yazılar yazıyordu. Bu politikaların zaman içerisinde sömürülen ülkenin lehine neticeler vereceğini ifade ederek Müslümanları atalete sürüklüyordu.
Günümüzde FETÖ başının, ülkenizi, eşinizi, kızınızı, oğlunuzu haçlılara teslim edin sözü, Afgani, Abduh ve Reşid Rıza’nın bir adım ilerisi değil midir?
Reşid Rıza burada da durmayacak ve gerçek niyetini, azılı Türk ve Ehl-i sünnet düşmanlığını İstanbul konusunda ortaya koyacaktır. Ona göre İstanbul hakkındaki fetih hadisi henüz ortaya çıkmamıştır.
“İstanbul’un gerçek fethi, orasının Türk eşkıyalarının elinden Araplar tarafından kurtarılması ve yeniden fethi ile mümkün olacaktır.” (Tefsir-i Menar, c. 9, s. 447) sözü onun hangi İslam birliğini savunduğunu ve aslında kimlerin hizmetinde olduğunu göstermektedir.
Hayreddin Karaman, “Gerçek İslam’da Birlik” kitabı ile Afgani, Abduh ve Reşid Rıza’yı gençlerimize örnek olarak göstermeye devam etmektedir. Karaman’ın Gerçek İslam ve birlik anlayışı nedir acaba? Müslümanların birliğine hançer gibi saplanan İngiliz sinsi siyasetinin temsilcisi bu azılı üç şövalyenin, nelere mal olduğunu hâlâ bilmemesi mümkün müdür?
Öyleyse Sayın Karaman da İstanbul’un fethini işgal olarak mı görmekte ve kurtarılmasını mı beklemektedir?
Bir kez daha soruyorum: Bu azılı Ehl-i sünnet ve Osmanlı-Türk düşmanlarını severek II. Abdülhamid Han’ı nasıl anlayacaksınız?
TEFEKKÜR
İnsan ona derler ki derûnunda riyasız
Hem millet ü hem devletin gayreti vardır
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
11.03.2018
Türkiye Gazetesi
http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/prof-dr-ahmet-simsirgil/601134.aspx