Büyük Türk hakanı Alparslan’ın oğlu Melikşah, henüz 17 yaşında iken tahta çıktı. Mükemmel bir eğitim almıştı. Cesareti, idari sahada yeteneği ve İslamiyet’e gönülden bağlılığı ile temayüz etmişti. Büyük fetihlerde bulundu. Antakya’yı fethettikten sonra Süveydiye’ye kadar uzandı. Akdeniz’i seyrederken heyecan ile şevke gelerek atını dalgaların arasına sürdü. Mağlubiyet acısı tatmayan kılıcını üç defa suya daldırdı ve;
“Ya ilahi şu deniz önüme çıkmasa adını gideceğim yere kadar götürürdüm”, dedikten sonra Cenab-ı Hakk’a defalarca hamd ü sena etti. İki rekat şükür namazı kaldı. Melikşah, benzer bir sevinci Karadeniz sahilinde de yaşamıştır. Yine Denize kılıcını üç defa daldıran bu mücahid Türk sultanı, sonrasında kılıcını buralara ebediyen sahip olduğunu ifade etmek üzere dalgaların arasına fırlatmıştır. Dönüşünde yanında götürdüğü bir avuç deniz kumunu babasının mezarı üzerine bırakırken “Baba, müjdeler olsun! Oğlun dünyanın sonuna kadar hâkim oldu” diyecektir.
Türk gençliği Oğuz Kağan, Bilge Kağan, Alparslan, Fatih, Yavuz ve Kanuni’nin gazalarını cihadını okurken ve onların heyecanı ile büyürken öyle oyunlara maruz kaldı ki akıl durmaktadır.
Büyük oyun!
Bu büyük oyunlardan bir tanesi 12 Eylül darbesiyle yaşanacak ancak işin bu yönünü hiç kimse hakkıyla fark edemeyecektir. 1980 darbesinin görülmeyen en sinsi bir yüzüdür bu. Malum olduğu üzere 12 Eylül darbesinin nedeni talebe olayları idi. Darbe olmuş ertesi gün olaylar bıçakla kesilmiş gibi durmuştu. Devlet gücü o sayfayı kapatmıştı.
Yeni açılan sayfa PKK’nın hortlatılması olacaktı. Peki PKK hadiseleri ile meşgul edilirken gençliğimiz nereye yönlendirilecekti. Gençliğe açılan koridor hangisi idi. İşte bunu iyi değerlendirmemiz gerekmektedir.
1980 öncesi gençliğin politik ve siyasi yönünü bir tarafa bırakırsak çok sağlam bir itikadi ve millî bir yönü ve duruşu vardı. Ülkü Ocakları, İmam Hatip Liselerini ve sair sağduyulu gençliği etkileyen büyük mütefekkir Necip Fazıl Kısakürek, büyük sosyolog ve eğitimci Ahmed Arvasi Bey ve Fethi Gemuhluoğlu gibi fikir sahiplerinin Erol Güngör gibi akademisyenlerin yönlendirmesi ile bin yıllık değerlere sahip bir gençlik yetişiyordu.
Bu gençliğin yolunun kesilmesi ve başka mecralara çevrilmesi gerekiyordu. Bunun temeli nerede atıldı biliyor musunuz? Belki şaşıracaksınız ama hapishanelerde atılacaktı. Hapse atılan milliyetçi gençlerin eline Seyit Kutub’un kitapları tutuşturulmuştu. Alparslan, Fatih, Yavuz, Ahmed Yesevi, Mevlana, Akşemseddin diyen nesiller, Seyit Kutup, Mevdudi, Hamidullah ve benzeri mezhepsizlerle tanıştırılacaktı.
Sonrasında ise aynı mihraklarca ikinci ana bir hat daha açıldı. Zaman gazetesine start verildi. Bilhassa yerden mantar biter gibi yurtlar, dershaneler ve talebe evleri açıldı. Gençler buralara kanalize edildi. Anlaşılan bu ülkede gençlere artık iki yol gösterilecekti: Radikal ve Ilımlı İslam… Gençler artık tarihini, ecdadını, bin yıllık değerlerini unutmalıydı.
Ülkü Ocaklarının faaliyetleri neden hep durdurulmuştu. Şayet durdurulmamış olsa gençler tamamen radikal görüşlere mi yönlendirilecekti? MHP’yi kimler neden böldürdü. Bu sualler üzerindeki sis bulutlarının kolay anlaşılacağını sanmıyorum. Aslında bunun şifresini rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu Bey vermişti. “Bizim tarlayı çoktan sürmüşler”, demişti. Kimler sürmüştü. Bugün Meral Akşener’in neye ve kime hizmet ettiği düşünülürse bunu anlamak zor olmayacaktır. Muhsin Bey bu oyunları çözdüğü ve karşı durduğu için bugün Türkiye’yi işgal etmeye çalışan güçlerce ortadan kaldırılacaktır.
İşgal girişimi nasıl önlenir!
Ülkü Ocaklarının kapatılması ile milliyetçi muhafazakâr gençliğin FETÖ ağına düşürülmesi planlanmıştı. Elbette Papalık misyonunu yürüten bir davanın peşine Türk gençliğinin takılması kolay olmayacaktı.
Bu itibarla 28 Şubat’la inançlı nesiller bir kez daha ezildi. İmam Hatip Liseleri kapatıldı. Gençliğe tek bir yol bırakıldı. O yön FETÖ hattıydı. Şanlı Peygamberimizin unutturulacağı, Ehl-i sünnet yolu ve itikadının yok edileceği bir hattı burası. Artık işlem tamamlanmıştı. Dikkat ederseniz FETÖ örgütü elebaşısının da etkilenmiş olduğu Seyit Kutup, Mevdudi, Reşit Rıza ve Hamidullah’ın bozuk fikirleri artık din gibi işleniyor. Kaderi, hadis-i şerifleri inkâr edenler arz-ı endam ediyor. Mezhepsizlik aldı başını gidiyor. Bir taraftan FETÖ örgütü ile amansız bir mücadele sürdürülürken bir taraftan FETÖ’nün kırk yıldır gençlerimizi zehirlemiş olduğu bozuk fikirlerin revaçta olması ne kadar hazindir. Bununla mücadele vermesi gerekenler neden sessizdir?
Sadece bir misal vereceğim. FETÖ ileri gelenleri İsa aleyhisselamın öldüğünü, ancak şahs-ı manevi olarak dönüş yapacağını bildiriyorlardı. Hatta ahir zamanda İslamiyet’in fetret dönemine gireceğini ve hakiki Hıristiyanlığın ortaya çıkacağını ifade ediyorlardı. Peki bugün TV’lerde arz-ı endam eden nice zevat İsa aleyhisselamın öldüğünü savunmaya devam etmiyor mu? Oysa asırlar öncesinde Süleyman Çelebi, mevlidinde şöyle sesleniyordu:
Ölmeyip İsa göğe bulduğu yol,
Ümmetinden olmak için idi ol.
Bu itibarla FETÖ ve yandaşlarına karşı asıl mücadele köklere dönüşle verilebilir. Bunu yapmadan zafer elde edebilmek hayaldir. Bunun yolu ise eğitimdir. Eğitimimizi mutlaka millîleştirmeliyiz.
Gençlerimize şanlı peygamberimizi ve eşsiz tarihimizi sevdirebilmeli, din ve devlet adamlarımızı en doğru bir şekilde verebilmeliyiz.
Ancak bu sayede birlik ve beraberliğimizi sağlar bu büyük işgal girişimlerine çelik gibi karşı durabiliriz.
TEFEKKÜR
Nice kutta’-i tarik mürşitlik eyler iddia
Müddeiler çoğalıp hep resm ü adetler gelir
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
03.12.2017
Türkiye Gazetesi
http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/prof-dr-ahmet-simsirgil/599550.aspx