Tanzimat’tan beri Türk milletinin, Avrupa’ya karşı vermek zorunda kaldığı en büyük, en uzun soluklu, en çetin ve en acımasız savaşıdır bu. Hiç bitmemiştir ve bitmeyecektir. Zira Türk milletine nihai olarak galebe çalmanın temel yolu buradan geçmektedir. Aksi hâlde bin kez ezseler, bin kez dirilmektedir…
İşte bu varoluş mücadelesinin ana merkezi Türk aile yapısıdır. Zira Türk milletini ayakta tutan en önemli kalesi ailedir. Güçlü aile bağları, Türk gencinin her zaman ve her şartta bedenen ve ruhen sıhhatli, vatan sevgisi ile dolu ve şehadet arzusuyla yüklü olarak yetişmesini sağlamaktadır. Bir milletin en güçlü noktası veya kalesi neresi ise düşman da orasını hedef alır. Bütün saldırılar, taarruzlar, hücumlar oraya olur. Bu bazen sinsi bazen açık hedeftir. İşte Türk milletinin Tanzimat’la başlayan Cumhuriyet döneminde de hız kesmeden devam eden esas mücadelesi bu cephede verilmektedir. Filmler, diziler, romanlar, karikatürler ve daha nice yollarla hep aile bağları aşındırılır. AB kanunları ve dayatmaları ile de bu mücadeleyi kolaylaştırıcı yollar açılır.
Geçtiğimiz pazar günü İstanbul, LGBT hareketinin çirkin boyutlarının nerelere geldiğini açıkça gözler önüne serdi. Devlet büyüklerinin, vatan sevdalılarının, Türk milletinin geleceğini düşünenlerin ellerini başının arasına alıp dikkatle değerlendirmeleri gerektiğini gözler önüne serdi.
Açıkçası İstanbul seçimlerini değil asıl bu hareketin milletimizi nereye götürmekte olduğu üzerinde derin analizlerin yapılması lüzumunu gösterdi. İstanbul seçimi bunun yanında bataklıktaki sivrisinek mesabesindedir.
İnanıyorum ki bu değerlendirmenin sonunda, karşımıza çıkan ilk sonuç, “Biz kime hizmet ediyoruz?” olacaktır. Batı, öldürücü zehirleri bizim elimizle bize şırınga etmektedir. Zehri şekerle kaplayıp sunmaktadır. Basireti bağlı ve Batı’nın yağlı lokmasına tav olanlar, size şekeri göstererek, “Ne var bunda, tatlı şeker işte”, deyip gözü kara bir şekilde projelerin figüranı hâline gelmektedir. “Batı, bu parayı niçin bana veriyor, maksadı gayesi nedir?”, diye asla sorgulamamaktadır.
Şekerle kaplı zehir
İşte bizi bu noktalara getiren ve hız kesmeden devam ettirilen, şekerle kaplı bir zehirden de öte gitmeyen Soros projesinin adı ‘Cinsiyet Eşitliği’dir.
Türkiye’nin 11 Mayıs 2011’de imzaladığı 14 Mayıs 2012’de onayladığı İstanbul Sözleşmesi (Avrupa Konseyi Sözleşmesi), güya kadınlara yönelik şiddet ve ev içi şiddetin önlenmesi gibi masumane bir şekilde sunuluyordu. Oysa hemen akabinde sözleşmenin, cinsel yönelim ve toplumsal cinsiyet kimliği dâhil yani LGBT’lileri de içine alan, hiçbir ayrıma yer vermeksizin herkese sağlanması gerektiği ifade edilmeye başlandı. Nitekim LGBT’li bireyler de korunma hakkı kazandı.
Bu gelişmeler ne mana ifade ediyordu? Türk’ün üç bin yıllık anane, ahlak, edep ve değerlerinin mahvolması değil mi? Nitekim sözleşmenin bir maddesi, “taraflar kültür, töre, din gelenek ve namus gibi kavramlarla bu sözleşme kapsamındaki herhangi bir şiddet eylemine gerekçe olarak kullanılmamasını temin edecektir” hükmünü taşımaktaydı. Burada güya adı “şiddet eylemidir!” Şu kanuna göre baba oğluna, ana kızına, evin beyi eşine nasihat bile veremez hâle gelecektir. O nasihat karşı tarafça şiddet veya baskı olarak değerlendirilirse ne olacaktır? Dikkat ediniz, neden bu kanunlar çıktıkça aile içi geçimsizlikler de artmakta şiddet azmakta, yuvalar bölünmekte, boşanmalar çoğalmaktadır. Neden ters etki yapmaktadır? Vekiller, sosyologlar, psikologlar bunları hakkıyla değerlendirip niçin çözüm önerileri sunmaz? Herkes bana iş çıksın, para kazanayım sevdasında mıdır?
Öte yandan projeler Soros tandanslı olunca hemen herkes nasıl da sahiplenivermektedir. Şimdi hemen herkesin ağzında, kurumların ve kuruluşların ise faaliyetlerinde mutlaka göstermek istedikleri bir çalışma var. “Cinsiyet eşitliği projesine katkı yapıyoruz”. “Cinsiyet eşitliğine saygılıyız”. “Cinsiyet eşitliği eğitimine hazırız” vs… Ne oluyoruz, birdenbire nereden çıktı bunlar? Spor kulüpleri, bir kısım sivil toplum kuruluşları, belediyeler sanki her biri belli bir merkezden emir almış gibi harekete geçiverdiler.
Tıpkı bir dönem “Kutlu Doğum Haftası” kutlamaları gibi. Diyanet, valilikler, belediyeler, millî eğitim camiası ve hatta muhalefet partilerinin liderlerine kadar hemen herkes Kutlu Doğum Haftası’nı en yüksek düzeyde kutlamaya kalkardı. Kutlu Doğum Haftası kalkıp 1400 senedir uygulandığı hâle geri dönülünce son mevlit kandilinde neden unuttular acaba? Hiç kafa yormadınız mı? Demek ki maksat Peygamber efendimizi anmak değildi, İslam’ı bozmaktı!
Artık FETÖ-Metö demeyeceğim, düpedüz Soros projeleri ile Batı’nın kültür emperyalizmi devam etmektedir. Soros ve benzeri kuruluşların paraları bir yerlere akıtılmaktadır. Onların bursları ile palazlanan, desteği ile bir yerlere gelenler de bedel ödemeye devam etmektedir. Türk ve İslam’ın azılı düşmanları her cenahtan taarruz hâlindedir.
Putin kadar olamamak!
Bu tehlikeyi Putin kadar göremeyecek miyiz?
Biz 2011-12 yıllarında Türk ailesini yıkımın eşiğine götürecek bu faaliyetlere onay verirken Rusya’da Moskova Yüksek Mahkemesi, 2012 yılında “Eş Cinsel Onur Yürüyüşü”nün 100 yıl süreyle Rus başkentinde yapılmasını yasaklama kararını çıkarmıştı.
Yasak kararına gerekçe olarak da eş cinselliğin nesil bozukluğuna yol açacağını göstermişlerdi. Anlaşılıyor ki, bataklığın sebebini iyi keşfetmişlerdi. Nitekim Soros vakıflarının kullanılmasının yolunu kapatırken, bu faaliyetleri özendirecek tüm sitelere de erişim yasağı getirmişlerdi.
Rusya bu kararları alırken Putin’e en büyük eleştiri Obama’dan gelecektir. Hollanda ve Fransa devlet başkanları da Rusya’daki dünya kupasına gelmeyeceklerini belirterek bu kararları protesto edeceklerdir.
Evet, Rusya tehlikenin farkında olmuş, nesillerinin mahvolacağını görmüş ve ona göre tedbirler almıştı. Peki, bizde, bu geleceğimizi karartacak projeler ile kim ve nasıl mücadele edecektir?
Bu konuda ilk akla gelecek elbette ki Millî Eğitim Bakanlığı’dır. Hâlbuki MEB Bakanı Ziya Selçuk bir taraftan tarih derslerini ortadan kaldırmak için kararlılığını gösterip bir taraftan da, “Cinsiyet eşitliğine duyarlı okul geliyor” müjdesini verirken büyük haz ve mutluluk duyuyordu.
Evet, bu Millî Eğitim Bakanı, Soros hedeflerinin gerçekleşmesi yolunda eğitim sistemimizi hazırlayan adam olarak tarihe geçecek adımları atmaktadır. Maalesef MEB’nın başında bulunduğu süre içerisinde telafisi imkânsız girişimlere kapı aralayacaktır.
Onun tarih düşmanlığının maksadı daha iyi anlaşılmaktadır. Zira bu milletin köklerine zehir akıtmadan, köklerini kurutmadan, kökleriyle bağını koparmadan başarılı olamazsınız. Soros ve avanesi bunu iyi bilmektedir. Diğer taraftan tasavvuf edebiyatını seçmeli yapmaktaki gayesi de bu vesile ile ortaya çıkmış bulunmaktadır. Belli ki bu sayede müfredatlarda edebiyatın da içini boşaltacaktır. Edepsiz ve ahlaksız bir edebiyat dersinin kapısını aralayacaktır. Coğrafya dersini seçmeli yapmakla da dünya vatandaşı bir Türk oğlunu yetiştirecektir. “İslam felsefesi” dersleri ile de dini tartışmaya daha liselerde açmayı planlamaktadır.
Bir dönem bu faaliyetlere kapı aralayan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı maalesef bugün de tehlikenin farkında değildir. Gençlik ve Spor Bakanlığı bu tehlikeye karşı ne kadar duyarlıdır ve neler yapmaktadır. Bunlara alabileceğimiz açık bir cevap var mıdır?
KADEM denen kuruluş ise Sümeyye Erdoğan Hanım’ı siper edinip Soros projelerinin en büyük destekçisi gibi faaliyetlere imza atmaktan çekinmemektedir. En büyük dertleri 6284 Sayılı Kanun’un takipçisi olmak ve Türk aile yapısında onulmaz yaralar açmaya devam etmektir. Sümeyye Hanım acilen bu kuruluşu terk etmelidir. Yoksa Sayın Başkan’ımıza ve davasına en büyük zararı kendisi kanalıyla vermekte olduklarını iyi düşünmelidir.
Sümeyye Erdoğan Hanım ve bütün AK Partililer şunu da unutmasınlar. Bütün bu faaliyetler yürütülürken hedefe hep Sayın Erdoğan konulmaktadır. LGBT’lilerin yürüyüşleri dahi, Tayyip Bey’in karşıtlığı hâline getirilmiştir. Zira öyle sinsice hareket etmektedirler ki onun düşmanlığını bu tarafa kanalize ederek LGBT’li hareketini, Türkiye’nin bir numaralı gündemi gibi göstermeyi başarmışlardır. Nitekim sırf bu maksatla CHP’li belediyeler de onlara desteklerini fazlasıyla sunmuşlardır.
Yine bakınız İstanbul’a başkan seçilen İmamoğlu’nun ilk icraatlarından biri de “Cinsiyet Eşitliği Komiyonu” oluşturmak için harekete geçmek oldu. Bu teşebbüs AK Parti ve MHP’li üyelerce reddedildi. AK Partili belediyeler CHP’lilerin LGBT’ye destek mesajlarına yerinde tepkiler koydu. İyi de bugüne kadar KADEM’in faaliyetleri, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının uygulamalarını ne yapacağız. Ziya Selçuk ve Diyanet’i nereye koyacağız. Demek ki bizim bakanlıklar ve çoğu kurumlar CHP’nin, LGBT’lilerin ve Soros’un ellerini ovuşturmasına ve bir kısım uygulamalarını zevkle takip etmelerine sebep olmaktadır.
Onların değirmenine su taşımaktadır.
Peki, Diyanet camiası ile TV’lerde ahkâm kesen anlı şanlı ilahiyat profesörleri nerededir, neler yapmaktadır! Soros destekli FETÖ projesi Kutlu Doğum Haftası’nı muhafaza için ölümüne mücadele veriyorlardı. Cinsiyet Eşitliği Projesi’nin gerisindeki meş’um maksadı hiç sezmiyorlar mı?
Papa bile Avrupa’da bu sapkın faaliyetlere savaş açarken, Rusya yasaklarken bizimkilerin suskunluğu ne ile izah edilebilir! Sadece Sayın Başkan Ali Erbaş Bey’in bir kınaması ile geçiştirilecek bir mesele midir?
Diyanet Vakfı neredeyse Türkiye bütçesine yakın paralarını nereye harcamaktadır? Soros vakıfları dünya kadar parayı gençlerimizin dinini imanını çalmak, ahlakını edebini yok etmek için uğraşırken Diyanet camiası onun kadar olamıyor mu?
Bana kalırsa Diyanet, hac organizasyonlarını, umre faaliyetlerini bıraksın gençliğimizi düşünsün. Nesillerimizin dinini doğru bir şekilde bilmesi ve yaşamasıyla ilgilensin. Merak buyurmasın herkes haccını, umresini bir şekilde yerine getirir.
Şunu da ifade edeyim ki bu konu partilerüstü olup millî bir davadır.
Bu tehlikeyi görmeyenler topuğuna değil beynine kurşun sıkmaktadır. Bunun sonucu bir milletin en ağır acılar içerisinde göz göre göre ve can çekişerek ölümüdür. Bunun panzehri yoktur.
Bilhassa Sayın Cumhurbaşkanımızın ve Devlet Bahçeli Bey’in bir araya gelerek geç olmadan bu konuyu görüşmesini, çözümler üretmesini ve hatta kanunlar çıkarmasını can u gönülden diliyorum.
TEFEKKÜR
Dost bî-vefâ, felek bî-rahm, devran bî-sükûn,
Dert çok, hemdert yok, düşman kâvî, tali’ zebûn
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
05.07.2019
Türkiye Gazetesi