Avrupa Parlamentosu Türkiye’nin AB’ye giriş müzakerelerinin askıya alınması raporunu kabul etti. Yarım asırdır kapısında beklettiği Türkiye’ye karşı bugünkü şartlarda bundan başkasını beklemek hayal olurdu. Avrupa’da sağduyulu bazı politikacıların Türkiye lehine söylemlerini bir yana bırakınız. Bunlar ya gaz almak içindir veya gerçekten hakkaniyetli politikacıların gerçekleri dürüstçe yansıtmalarıdır. Buna karşılık Avrupa derin yapısının kararını asla etkilemez.
Avrupa derin aklı ise Türkiye’yi içine almak için önce 15 Temmuz darbesi gibi bir darbenin başarılı olmasını bekler. Başarılı olsaydı ne mi olurdu? FETÖ Terör Örgütü’nün belirttiği husus gerçekleşirdi. Ne diyordu o:
“Oğlunuzu, kızınızı, eşinizi, malınızı, mülkünüzü kayıtsız şartsız haçlı birliğine teslim edeceksiniz!..” İşte bu sözler AB’ye giriş şartıdır. Siz ise tutmuş şart koşuyorsunuz! Bu teslimiyet tıpkı bir zamanların Reşit Paşa’sı gibi olmalıdır!
Sözde adalet yürüyüşünün önde gidicileri dünün Reşid Paşa zihniyetli adamlarıdır. Bizim, arkada yürüyen yürüsünler ne olacak diyen safdillere önce bunu anlatmalıyız. FETÖ liderinin şu an ellerini ovuştura ovuştura “işte görüyorsunuz geliyorlar” diye nasıl aşkla coştuğunu göstermeliyiz!
Evvelce izlenen film
1838 ticaret ve 1839 Tanzimat antlaşmalarına imza koyan Reşid Paşa, yeni tip bir devlet adamlığının da kapısını açmış bulunuyordu. Ondan önceki yüzyıl içinde Osmanlılarda nüfuz sahibi paşaların himayesine girmek suretiyle mevki ve makamlar elde edilir hâle gelmişti. Reşid Paşa ise yabancı devletlere dayanarak kariyer yapma dönemini başlattı. Artık Osmanlıda sadrazamlar ve paşalar, “İngilizci”, “Fransızcı”, “Rusçu” gibi isimlerle anılır oldu.
Reşid Paşa, devletin iyi-kötü yürüyen eski ahengini güya düzeltme adına bozarken yerine en tehlikelisini Türk’ü köle edecek sistemi getirmişti. Fakat sistem o kadar yaldızlı ifadelerle ortaya konacaktı ki köleleşen insanlar kendisini efendi sanacaklardı.
Nitekim Reşit Paşa, Batılıların ülkesine baskı kurmasını isteyecek kadar alçaklaşacaktı. 1838 Ağustos’unda hariciye nâzırlığı uhdesinde kalmak üzere Londra büyükelçiliğine tayin olunup İstanbul’dan uzaklaştırıldığında bakınız Avrupa ülkelerine neler söylüyordu:
“İslâmlığın kurtuluşu reâyânın hür ve mesud olmasına bağlıdır. Bu konuda yüksek sesle konuşmak, Avrupa devletlerine düşer. İmparatorlukta (Osmanlı Devleti), Hıristiyanlar üzerindeki baskı için sesinizi çıkaramaz mısınız? Ödeyemedikleri haraç için zavallılar horlanmakta ve ezilmektedir. Bu uygulamalar, sizin âdil bir vergi dağılımı istemenizi gerektiriyor…”
Buyurun işte “adalet”i Hıristiyan ülkelerinde arayan bir zihniyet ile Kılıçdaroğlu’nun sözde adalet yolunda milletinin referandum kararını AİHM’ye şikâyeti arasında en küçük bir fark var mı?
Frengi illeti
Kendi milletinin kararına saygı duymayan, milleti önünde eğilmeyen başka milletlerin önünde eğilir!.. Onların uşağı olmaya ve uşak olarak yaşamaya mahkûmdur.
Mustafa Reşit Paşa, Abdülmecid Han döneminde bir ara görevden azledildiğinde İngiliz Büyükelçisi Lord Stratford hemen Sultanın yanına çıktı ve kendisine, devletin böyle değerli bir müşavirden bu nazik anda yoksun bırakılmamasını rica etti. İngilizlerle arasının açılmasını istemeyen Abdülmecid Han derhal nâzırı Reşit Paşa’yı vazifesine iade etti.
Ardından yaşanan şu acıklı sahne tarihe kazınacaktı. Göreve iade edildiğinde ilk olarak İngiliz büyükelçiyi ziyaret edecek olan Reşit Paşa onun elini öpecek ve gözlerinden yaşlar akarak, yurdunu bunca tehlikeler karşısında yalnız bırakmamasını isteyecekti.
Bugün de Alman vekillerin karşısında süklüm püklüm duran Can Dündar ve benzerleri aynı düşünce içerisinde zilletin en aşağı konumunda bulunmuyorlar mı? Zira bu Tanzimat kafalıların tek arzusu vardır. Efendilerinin emrini yerine getirmek.
Reşit Paşa’nın bu tavrı mükemmel bir tanımla şöyle hicvedilmişti:
Zemanenin şu tabib-i Reşid’ini gör kim
Revaç vermek için kendi kâr u san’atine
Vücud-ı nazik-i devlet rehin-i sıhhat iken
Düşürdü rey-i sakimi frengi illetine
Yani: “Zamanenin şu akıllı doktoruna bak ki, kendi iş ve sanatına itibar kazandırabilmek için devletin nazik vücudu sağlığa garantili iken yanlış görüşü ve reyi ile frengi hastalığına düşürdü.”
Bugün bu illet ve zilletin kıskacından kurtulabilmek için sayın Cumhurbaşkanımız, Başbakanımız ve sayın Bahçeli’nin işaret ettiği hususlara dikkat kesilmeli yanlarında dimdik durabilmeliyiz! Tıpkı Kürşat’ın ardındaki alperenler gibi! Yoksa bu sefer gaflet ölümdür uyanılmaz!
Yavuz hırsız?
Erzurum’da asistanlık yaptığım sırada rahmetli babam ziyaretime gelmişti. Lala Paşa Camiinde beraber cemaatle öğle namazını kıldık. Dua sırasında baktım birisi yan taraftan babamın ayakkabılarını yürüttü. Hemen peşinden giderek cami çıkışında giyerken yakalayıp o ayakkabıların bizim olduğunu söyledim. Adam “haa öyle mi” dedikten sonra teslim etti. Ardından camiye girdi ve bağırmaya başladı: “Kardeşim kim çalıyor bizim ayakkabılarımızı? Nerede benim ayakkabılarım? Ayakkabı çalacaklarsa camiye gelmesinler!..”
Babam “ne oldu oğlum” dediğinde “işte tam hırsız psikolojisi” dedim. Rahmetli epeyce gülmüştü…
Adaleti yıllardır katledenlerin, ellerinde adalet yazılarıyla yürümeleri tam bir yavuz hırsız psikolojisi değil mi?
Yıllar önce hırsızı uğursuzu, tecavüzcüyü, katili, teröristi hapishanelerden çıkartanlar acaba kimdi? Yıllardır bu ülkeye kan kusturanlarla ve 15 Temmuz darbe şakşakçılarıyla aynı safta yürürken kime adalet arayışındalar? Zihniyet aynı zihniyet değişmez! Bu yürüyüş ülkeyi FETÖ’nün kucağına götürmenin başka bir yoludur, biline!
TEFEKKÜR
Gezme ey gönlüm kuşu gafil feza-yı aşkda
Kim bu sahranın güzergehlerde çok sayyadı var
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
09.07.2017
Türkiye Gazetesi
https://www.turkiyegazetesi.com.tr/kose-yazilari/prof-dr-ahmet-simsirgil/yolun-sonu-597517